6 Mart 2016 Pazar

Olmayanı Olduran Kadınlar : Annelerimiz!


8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne dair yazacağım çok şey yok aslında. Kadının pek adı olmadığından belki.  Her sene sanki kadına pek değer verilirmiş gibi kutlanan, her yerde bayram havası yaratılmak istenen günlerden birisi Dünya Kadınlar Günü.

Belki dünyanın her köşesinde kadın hak ettiği değeri bulduğundan, kutlamalar yapılması, kadına olan saygının gösterilmesi olağan bir şey. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak bilinen bu gün zaman içinde nasıl da kadınlar gününe dönüştü, bilmiyorum ama bunda bile art niyet aramıyorsam ne olayım!

Erkek egomanyasının her daim üstün olduğu, kadının 2.sınıf muamele gördüğü ülkemde, 'kadınlar bir çiçektir' sloganıyla yapılan her şeye karşıyım aslında. Her sene aynı nağmeler okunurken, sayısız kadının tacize, tecavüze, dayağa, küfre, ölüme kurban gitmesi de ayrı bir ironi. 100 gram çükü var diye erkeğin kendine her şeyi hak, kadına ise günah saydığı bir dünyada kutlamalar yapılsa kaç yazar. Bu arada eğer dert et parçasıysa biz de daha alası kocaman memeler var, kaç gram eder acaba!

Hakkını arayan kadına feminist denirken, eşitlikten bi haber olan zihniyetin 'kadın dediğin mutfakta aşçı, sokakta hanım, yatakta fahişe olacak' mantığını sahiplenmesi de pek şaşırtıcı değil aslında. Kadına 'insan' gözüyle bakılmadığı, ya evde hizmet edecek ya da yatakta rahat ettirecek bir 'canlı' olarak bakılması da şaşırtıcı değil.

Televizyon programlarında uzatılan her mikrofona 'kadınlar bir çiçektir' cevabı ile cümleye başlayan erkeklerin hayatlarındaki kadınları fiziksel ya da ruhsal açıdan yıprattıklarını bilmek için alim olmaya gerek yok aslında.

Şimdi, bu yazıyı okuyan her hangi birisi olarak, beni 'erkek düşmanı, kesin yalnız birisi, evde kalmış, bunu alan olmamış' gibi etiketlerle istediğiniz kadar süsleyebilirsiniz. Size tek bir soru soracağım:

Babasını seven ancak babasından yediği dayaktan dolayı felç geçirmiş annesi olan bir kız çocuğuna siz ne deseniz kar eder?

Cevabını verecek yürekte olan varsa beri gelsin.

Life is Life!

Aradan asır geçmiş bir sik yol kat edememiş gibi hissediyorum. Türkiye gibi saçma sapan dönemlerde kendimi bloga vermek yerine yemeğe vermeseydim, belki de şu an Türkiye'nin bir numaralı blog yazarlarından birisi olurdum, gaz bedava!

Aslında uzun saatler bilgisayar başında 'ulan yazayım da iki kelime kendime geleyim' diye çok kalmışlığım hatta bunu dile getiren yazılar yazdığım var ama hepsi taslaklara kaydedilip sonrasında da silinmeye mahkum oldu. Belki de anlık değişen modumdan ötürü, yazdıklarım bir süre sonra saçma geldi. Bilemiyorum.


2010'dan bu yana bende değişen o kadar çok şey oldu ki. Geriye dönük yazılarıma baktığımda, değişmeyen tek şeyin 'sevgi' olduğunu fark etmek de aslında üzmedi değil. Hayatımda her şey kendi aleminde ayrı telden çalarken yıllardır aynı adamın aynı sabırla ve sevgiyle beni çekmesi şaşırtmıyor da değil hanisi.

Blog yazmayı özlemedim de değil, kendimi iş hayatının içinde öyle yormuşum ki, tembellik yapmanın artık sıradanlaştığı bir dönemdeyim. Allah'tan pek de monoton olmayan, her dakika skandalın, entrikanın, milletin arkasından kuyu kazmanın bolca olduğu bir işim var. Mesleğime dair gurur duyduğum şeyler olmasa, ev hanımlığına terfi etmek için bir saniye durmam. Gerçi o zamanda afakanlar basar, sıkıntıdan geberirim de belki kendimi çoluk çocuğa veririm bilemiyorum,

Aklımda 1 milyon tilki varken, kendimi buraya, kendi sayfama yabancı hissetmek de neyin nesi?
2010'da olsak sıçar söver, döver geçerdim ama şimdi 6 sene yaş almışken bu ağırkanlılık da neyin nesi?

Belki de artık pasta börek blogu açıp hanım hanımcık olmalıyım. Gerçi o zamanda içimdeki Üsturupsuz kadın ortaya çıkıp ulu orta söver.

Bilemiyorum.